20 Ağustos 2010 Cuma

Puslu Yönetmenler #1 : BRAD ANDERSON

Bazı yönetmenler vardır; popüler kültüre teslim olmaz, derinden sürdürür çalışmalarını. Bir tek haber bulmanız zordur onlarla ilgili ama filmlerinin de kendine has izleyicisi vardır. İşte bu yönetmenlerle ilgili yeni bir yazı dizisi bu... İlk konuk ise işlediği türlere farklı bir işlev getiren Brad Anderson...

Son yıllarda yaptığı gerilim filmlerinin aksine romantik-komedi ve drama türleriyle uzun metraja giriş yapmıştı Anderson. Next Stop Wonderland'te sinema bölümünü okuduğu Boston şehri eşliğinde garip bir doğru ilişki karmaşasını anlatıyordu yönetmen. Annesi ve yakın çevresi tarafından mutsuz olarak tanımlanan Erin'e yine aynı insanlardan değişmesi gerektiği öğütleri yağar durur. Sevgilisi Sean'dan ayrılan ve basit çapkın erkeklerin kendisinin dış güzelliğini çeşitli yollarla ele geçirme isteklerine karşı koymaya çalışan, hatta zaman zaman bu erkeklerle oynayan Erin, kişiliğinin kendisini yansıtıp yansıtmadığı konusunda bir iç çatışma yaşayacaktır. Erin, babasının kendisine yazdığı şiir kitabının tüyolarıyla hayatının yönünü belirleyecektir. Erin'in hikayesiyle eş zamanlı olarak Alan'ın hikayesini de görüyoruz. Alan, 35 yaşında bir tamircidir ama deniz biyoloğu olmak için okula gidip Boston akvaryumunda gönüllü çalışmaktadır. Film en başından beri Alan ile Erin'in hayatını zaman zaman birbirine kesiştirerek niyetini baştan belli ediyor. Yönetmenin amacı, hayatları ufak çizgilerle kesişen bu ikilinin ilişkisini göstermek değil, bu ikilinin tanışma sürecini; kader konusunu karakterler üzerinden sorgulayarak izleyiciye aktarmak...


İlk filminden olumlu eleştiriler alan yönetmen, doğru müzik seçimleriyle de bağımsız film severler tarafından beğenilmişti. Şahsi olarak yönetmenin en sevdiğim filmi, 2. filmi olan Happy Accidents... Bu sefer drama ve romantik-komedi türünün yanına görülmedik şekilde bilim kurguyu ekleyen Anderson; bu türlerin harmanını gerçekten de iyi yapmıştı. Filmlerine genellikle çok ön planda olmayan ama rüştünü ispatlamış aktrisleri koyan yönetmen, bu filminde de başrole benim Hollywood'un en yetenekli ve hoş bayanlarından dediğim Marisa Tomei'i koyuyordu. Anderson'ın ilk filmindeki Erin karakteriyle ilişkiler konusunda benzeyen Ruby, gönül işlerinde hiç bir zaman dikiş tutturamamış, hayatına çeki düzen vermek isteyen alelade bir kadın olarak karşımıza çıkıyor Happy Accidents'ta. Ruby'nin hayatı, Sam Deed adlı bir adamla tanışmasıyla yavaştan değişmeye başlıyor. Ruby Sam'den hoşlanıyordur ama Sam'de ki bir takım farklılıklar da gözüne çarpmaktadır. Filmin sürprizli gidişatı yüzünden konusundan ve içeriğinden bu kadar bahsetmek yeter. Brad Anderson ilk filminde bahsettiği konuların üzerinden gitmeye devam ediyordu bu filmiyle ama olabilecek en orjinal şekliyle...

İlk iki filminden sonra gerilim türüne geçiş yapmıştı Anderson. Sırasıyla Session 9, The Machinist ve Transsiberian filmleri gerilim sinemasının günümüzdeki en önemli filmlerinden oldular. Özellikle Session 9 ve Machinist konu benzerliği yönünden de yönetmenin içeriğe ne kadar hakim olduğunu gösteriyordu. Filmlerinde hep normal insanların hayatını anlatan yönetmen, bu sefer hayatın bir şekilde çelme taktığı insanları ele alıyordu. Belediye binasına çevrilecek olan akıl hastanesinin bakım-onarım işlerini bir şekilde almayı başaran grup, iş sırasında hem akıl hastanesiyle alakalı hem de kendileriyle alakalı sırları istemeseler de öğrenmek zorunda kalacaklardı. Gayet basit görünen bir konuyu bir kaç sinemasal numarayla ilgi çekici hale getiren yönetmen, iki-üç tane tür adına önemli sahnelere imza atmasına rağmen Session 9'ın kendisinin en zayıf filmi olarak değerlendirilmesine engel olamamıştı. Belki yönetmenin en zayıf filmiydi ama eleştirmenlerden olumlu eleştiriler almıştı ve yönetmenin gerilim sinemasına girişine iyi bir temel olmuştu Session 9. The Machinist ise sinema çevresince yönetmenin en çok sevilen filmi olmayı başardı. Psikolojik unsurları önceki filmindeki gibi bolca kullanan yönetmene rolü için büyük bir fedakarlıkla 30 küsur kilo veren Christian Bale'in ürküten performansı da eklenince vaat edildiği gibi " rahatsız " bir film ortaya çıkmıştı. Senaryonun ince ince işlenerek ilerlemesiyle izleyicinin ilgisi ayakta tutulmuş. Film kurgusunun sahip olduğu sürprizlerden ötürü içeriğe çok girmek istemiyorum ama şöyle söylenebilir, izleyeni ters-sinemasal ataklarıyla şaşırtacak bir film The Machinist...

Anderson son filmi içinde çok özel şeyler düşünmüştü. Çin'den Sibirya'yı yararak Rusya'ya varan Trans-Siberia ekspresi sadece kendi başına bir gerilim filmi malzemesi. Gerilim filmi için gayet elverişli olan bu konuyu işleyen Anderson olunca son yılların en klas gerilim filmlerinden biri ortaya çıkıyor haliyle. Ben Kingsley'nin artık üstüne yapışmış olan o ürkütücü kötü adam hali, filmde Emily Mortimer ve Woody Harrelson çiftinin karşılaştığı tek olumsuz şey değil elbette. Yan rollerdeki incelikli oyunculuklarda filmin geren atmosferine katkı sağlıyor... Bu üç gerilim filmiyle türün inceliklerini çözdükten sonra türe katkı yapmaya da başlayan yönetmen kariyerinin en dolu günlerini yaşıyor. 3'ü gerilim, 1'i müzikal olmak üzere 4 tane filminin prodüksiyonu sürüyor Anderson'ın. Gerilim filmlerine yönetmen arayan yapımcıların ilk başvurduğu yönetmenler arasına giren yönetmen, ilerleyen zamanlarda gizlendiği bağımsız film yönetmeni kimliğinden çıkarak daha büyük kitlelere hitap edeceğe benziyor.

Bir sonra ki köşede kalmış yönetmen konuğumuz: Paul Thomas Anderson...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder